HDP Bursa milletvekili Asiye Kolçak, 7 Haziran'dan sonra meydana gelen olaylardan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı sorumlu tuttu. Kolçak,"Bedeli ne olursa olsun, bu kirli savaşa asla, ama asla izin vermeyeceğiz, Barışı ve halkların kardeşliğini sonuna kadar sahipleneceğiz.Bu bir Türk-Kürt savaşı değildir.Oyuna gelmeyelim" dedi.
HDP Bursa milletvekili Asiye Kolçak, gündemi değerlendiren yazılı bir açıklama yaptı. Bugün Türkiye'de büyük bir acı ve kaos yaşandığını ve Cumhurbaşkanı başta olmak üzere ülkeyi yöneten siyasi iktidarın adeta akıl tutulması yaşadığını kaydeden Kolçak, şunları söyledi.
"Öyle anlaşılıyor ki; Saraydaki zat 400 vekil alıncaya kadar partimize, Türkiye halklarına, barışseverlere ve demokratik muhalefete yönelik bu akıl almaz vahşet devam edecek. İçine düşürüldüğümüz bu savaş ortamı ve kaosun tek sorumlusu, 400 milletvekili çıkaramadığı için başkanlık hayalleri suya düşen Saraydaki sultandır. Türkiye için 7 Haziran Genel Seçimleri, öncesi ve sonrasında yaşananlar açısından ele alındığında artık bir milat olmuştur. Kamuoyunun da çok yakından takip ettiği üzere seçim öncesi süreçte partimize yönelik olarak 170’i aşkın sayıda saldırı yapılmış, katliam ve ölümle sonuçlanan linç girişimleri yaşanmıştır.
Bir merkezden planlanarak düğmesine basıldığını düşündüğümüz tüm bu saldırılara rağmen, partimiz ve bize gönül vermiş seçmenlerimiz sağduyulu davranarak bu provokasyonları boşa çıkarmış, barış ve demokratik çözüm iradesinde ısrarcı olmuştur. HDP’nin barışçıl kapsayıcı dili ve Türkiye halklarının demokratik ortak vatanda yaşama iradesini esas alan siyasi çizgisi, büyük bir umut ve güven duygusunu geliştirmiştir. Bu güven duygusu 7 Haziran seçimlerinde partimiz HDP’yi 80 milletvekili ile parlamentoya taşımış ve önemli bir temsiliyet sağlamıştır.
Seçimlerden çıkan sonuçları hazmedemeyenler, intikam hırsıyla HDP seçmenlerini cezalandırmaya kalkışmış, başta Suruç katliamı olmak üzere partililerimize ve topyekûn halklarımıza karşı adeta savaş açmıştır. “İç Güvenlik Paketi” denen faşist ruhlu yasalarla önceden hazırlığı yapılan ve “Dolmabahçe Mutabakatı”nın yok sayılmasıyla ivme kazanan bu savaş sürecinin, habercisi sayılabilecek kodlar gerek seçim öncesinde gerek seçim sonrasında bizzat Saraylı ve şürekâsının söylemleriyle de alenen ifade edilmiştir. 21 Mayıs 2015 tarihinde bir Televizyon kanalında Mehmet Barlas’ın canlı yayın konuğu olan Cumhurbaşkanı aynen şunları ifade etmiştir.
Erdoğan: Biz bir hukuk devleti olduğumuza göre atacağımız adımları da tabi hukuk çerçevesi içerisinde atmaya mecburuz. Ve yaptığımız bütün işleri de ona göre yapıyoruz. Bu çiğnendiği anda ister istemez tabi ki devlet kendine göre B planını C planını da uygulamaya koyacaktır.
Mehmet Barlas: Yani bizim bu konuda B planınız C planınız var.
Erdoğan: Olmaz olur mu? Tabi var.
M. Barlas: barış sürecinin devre dışı kaldığı buna mukabil güvenlik tedbirlerinin ön plana giriştiği bir B planı da olabilir.
Erdoğan: Onun için 7 Haziran kırılma sürecidir.
M. Barlas: 7 Haziran'da B planına geçilecek?
Erdoğan: Bir kırılma sürecidir ne olacağını görmeden tabi şuanda bir şey söylemek mümkün değil. Ama bu görüldüğü andan itibaren ne olacağı net ortaya çıkacaktır.
7 Haziran seçimlerini açıkça bir kırılma süreci olarak nitelendiren, B ve C planları olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı, bugün Türkiye halkları olarak içine düşürüldüğümüz durumun ipuçlarını katıldığı bu televizyon programında açıkça ifade etmiştir. Yaşamakta olduğumuz bu kaosun emarelerinden bazıları ise Cumhurbaşkanının Kabinedeki ayaklarından birisi olan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan tarafından muhtelif tarihlerde ifade edilmiştir. 4 Haziran 2015’te; “8 Haziran’da AK Parti iktidarda değilse, çözüm sürecinin ruhuna Fatiha” diyerek özellikle Kürt seçmene aba altından sopa gösteren Yalçın Akdoğan, seçimlerin ertesi günü 8 Haziran sabahında ise “HDP bundan sonra çözüm sürecinin ancak filmini yapar” demiş, 90’lı yılların kirli ve kanlı senaryolarını yeniden gösterime koyacaklarının ipuçların vermiştir."
"Hızla gösterime konulan bu kanlı ve kirli oyun, Türkiye halkları tarafından ibretle izlenmekte ve gelinen bu durumun gerçek müsebbiplerinin kimler olduğu her geçen gün daha net anlaşılmaktadır." diyen Asiye Kolçak, şöyle devam etti:
"Çevirdikleri kirli ve kanlı oyunun toplumun büyükçe bir bölümü nezdinde deşifre olduğunun farkına varan Saraylı ve şürekâsı, açığa çıkan gerçeklerin üstünü örtme telaşıyla her türlü baskı ve şiddetin dozunu arttırarak uygulamaya koymaktan çekinmemektedir. Asker ve polis cenazelerindeki acılı ailelerin gösterdiği haklı tepkiler ve itirazların bile bastırılmaya çalışılmasının da tek nedeni budur. Medyaya uygulanan baskı ve sansür de bu acılı ailelerin tepkisini gizlemeye yaramamıştır.
Kamuoyu artık şunu çok iyi bilmektedir ki; bu savaş ezilen yoksul halkların savaşı değildir. Bir Türk-Kürt savaşı hiç değildir. Kendi siyasi ikbali için bu savaşı başlatan da, ölenlerin tek sorumlusu da Aksaray’daki zattır. Bu nedenledir ki Saray ve şürekâsı, Dağlıca ve Iğdır’da yaşanan acı kayıplar nedeniyle kendisine yönelebilecek tepkileri bertaraf etmek için Partimizi hedef göstermiştir. İşareti alan Sarayın paramiliter güçleri ve Osmanlı Ocakları denilen yapılar hemen sokaklara dökülmüş ve bilinçsiz kitleleri galeyana getirmiştir. Arkasına aldıkları güvenlik güçlerinin desteğiyle de başta HDP Genel Merkezinin ateşe verilmesi olmak üzere 300’ü aşkın noktada parti binalarımıza saldırılar yapılmış ve ateşe verilmiştir. Bununla da yetinmeyen ırkçı güruhlar birçok ilde bayraklar ve tekbirler eşliğinde Kürtlerin canına, malına, esnafa, kadınlara, seçilmişlere vahşice ve dünyanın gözü önünde saldırmışlardır. Tüm bu olup bitene rağmen, saldıran, yakıp yıkan, cana kasteden, diri diri insan yakmaya çalışan bu güruhlardan yalnızca bir elin parmağını geçmeyecek sayıdaki kişi gözaltına alınmış ve haklarında yasal işlem yapılmıştır.
Partimize ve halkımıza yapılan bu saldırılar yetmiyormuş gibi partisine sahip çıkan ve canını korumaya çalışan yönetici ve parti mensubu arkadaşlarımız gözaltına alınıp işkencelerden geçirilmiş, yakılan parti binalarımıza itfaiyenin müdahale etmesi engellenmiştir. Bursa da Osmangazi İlçe Binamıza polis eşliğinde çok sayıda ırkçı ve AKP’li faşist güçlerce saldırı düzenlendiğinde hiçbir önlem alınmazken, olayın gerçekleştiği günün ertesinde İlçe Eş Başkanımız halkı kışkırtmaktan gözaltına alınmıştır.
Uygulamaya konulan bu gözü dönmüşlük ve akıl tutulması hali Cizre’de başka bir sürümle devreye konulmuştur. Cizre’de 8 gün boyunca sokağa çıkma yasağı uygulanmış, başta haberleşme olmak üzere Cizre’nin dış dünya ile olan bütün bağları kopartılmıştır. Milletvekilleri bir yana Kabine üyesi Bakanların bile girmesine izin verilmediği Cizre’de; çocuklar, kadınlar ve yaşlı insanlar keskin nişancıların hedefi olmuş ve hayatlarını kaybetmişlerdir. Tam bir sömürge hukukuyla karşı karşıya bırakılan Cizre halkı, gömülmesine müsaade edilmeyen cenazelerini 40 dereceyi aşan sıcaklardan korumak için buzdolabında muhafaza etmek zorunda bırakılmıştır. Bu ülkenin yetkisiz ve etkisiz Başbakanı, sivil insanların ölmediğini iddia ederken 13 Eylül Pazar günü toprağa verilen ve aralarında bebek, çocuk, kadın ve yaşlı insanlardan oluşan 16 cenazeyle ilgili üç maymunu oynamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık bir hukuk devleti olmaktan çıkarılmıştır. Kendi halkına savaş açan ve demokrasinin askıya alındığı bir sürece girilmiştir. Bir kişinin “Başkan” olması uğruna 78 milyonluk koca bir ülke ateşe atılmıştır. Saraydaki “Reis”in Başkan yapılması için nelerin göze alındığının anlaşılması bakımından AKP İstanbul Milletvekili Abdurrahim Boynukalın’nın Hürriyet gazetesi baskınında sarf ettiği sözler iyi okunmalıdır. “1 Kasım seçimlerinde sonuç ne çıkarsa çıksın, seni başkan yaptıracağız, seni başkan yaptıracağız, seni başkan yaptıracağız” söyleminden de anlaşılacağı üzere, ne pahasına olursa olsun, seçim nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Saraydaki “Reis” Başkan olacaktır. Tek başına bu örnek bile, Başkanlık için nelerin göze alındığını, bu uğurda nelerin feda edileceğini ve yapılmış B planı ile C planlarının neler olduğunu göstermeye yetmektedir.
Bizler AKP zihniyetini çok iyi tanıyor ve biliyoruz. Bizler AKP’yi, bir özrün bile çok görüldüğü Roboski’deki 34 candan, Gezi Direnişinde toprağa düşürdükleri çocuklarımızın kanlarıyla yazdıkları “polis destanlarından”, Alan Kurdi’nin kıyıya vurmuş minik cesedindeki parmak izinden tanıyoruz. Bizler AKP’yi, Mezhepçi politikalarına kurban edip Türkiye’nin dört bir tarafına savurdukları ve dilenciliğe zorladıkları “Suriyeli Misafirlerinden” biliyoruz.
Halkları birbirine kırdırma konusunda AKP’nin sicilini Suriye ve Rojava’da yaptıklarından dolayı da çok iyi biliyoruz. Rojava’da Kürtlerin elde edebileceği bir kazanıma, bir oluşuma ne pahasına olursa olsun asla izin vermeyeceğini söyleyenlerden ne hak, ne de hukuk bekliyoruz.
IŞİD canileri Kobanê’de kafa keserken, katliam yaparken, kadınları pazarda satarken, AKP Hükümeti TIR’lar dolusu silah ve mühimmatla birlikte her türlü lojistik desteği sağlamaktan çekinmemiştir. Kürtlerin, Arapların, Türkmenlerin demokratik ve özgür yaşam taleplerine karşılık, IŞİD vahşet çetelerini üzerlerine saldırtarak cevap vermiştir.
Bizler Sarayın tezgâhladığı bu kirli planlara ve seçim oyunlarına gelmeyeceğiz. Her koşulda 400 milletvekili isteyen AKP ve Saraydaki zat’a, sahnelemek istediği bu oyundan derhal vazgeçme çağrısında bulunuyoruz. Sonuç olarak bugün yanmakta olan bizim ülkemizdir. Ölenler yoksul halkımızın evlatlarıdır, canlarıdır. Katledilen hukuktur. Susturulan basındır ve halkın iradesidir. Ama ne pahasına olursa olsun, bugüne kadar olduğu gibi topyekûn savaşa karşı, topyekûn direniş göstermeye devam edeceğiz. Ne seçim, ne de koltuk önceliğimiz değildir. Bedeli ne olursa olsun, bu kirli savaşa asla, ama asla izin vermeyeceğiz, Barışı ve halkların kardeşliğini sonuna kadar sahipleneceğiz."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.