• BIST 9390.75
  • Altın 4239.453
  • Dolar 39.6372
  • Euro 46.0549
  • Bursa 32 °C
  • İstanbul 31 °C
  • Ankara 26 °C

Tutuklanan Fatih Altaylı'dan mektup var!

Tutuklanan Fatih Altaylı'dan mektup var!
Cumhurbaşkanı’nı tehdit iddiasıyla tutuklanmıştı

Cumhurbaşkanı’nı tehdit iddiasıyla tutuklanan gazeteci Fatih Altaylı, Silivri’deki ilk gününü kaleme aldı. 

Gazeteci Fatih Altaylı, YouTube kanalındaki sözleri sebebiyle “Cumhurbaşkanı’nı tehdit” iddiasıyla tutuklandıktan sonra cezaevindeki ilk gününde bir mektup kaleme aldı. Gözaltına alındığı andan itibaren yaşadıklarını, polislerle arasında geçen diyalogu, kaldığı hücreyi detaylıca anlatan Altaylı, “Bazılarının başı göğe ermiştir herhalde. FETÖ ile ortakken denemiş ama yapamamışlardı, şimdi oldu” dedi. 

Altaylı, ev ayakkabılarıyla gözaltına alınışını mektubunda şöyle anlattı:

“Hayırdır inşallah.” diye açtım, kimseyi beklemiyordum. Kapıda polis oldukları aşikâr dört kişi duruyordu. Gayet kibarca “Fatih Bey, iyi akşamlar. Hakkınızda gözaltı kararı var. Bizimle gelmeniz gerekiyor.” dediler. Güldüm, “Ben sizi yarın sabah bekliyordum.” dedim. Öyle ya, Cumhurbaşkanlığı danışmanlığına oturtulmuş bir kişi gün içinde tehditler savurmuş, “suyumun ısındığını” söylemişti. Belli ki bir şeyler kaynatılıyordu. “İçeri buyurun, hazırlanayım. Bir iki parça bir şey alayım.” dedim. “Biz giremeyiz, siz de buradan ayrılmayın, eşiniz hazırlasın.” dediler. Eşim annesinin yanındaydı, evde yoktu. “Hande, annesini görmeye Balıkesir’e gitmişti.” dedim. Polislere, eşimi arayıp haber vereyim dedim. Allah’tan o sırada henüz gitmemiş olan yardımcımızdan telefonumu istedim. Ekibin başındaki komiser, “Fatih Bey, telefon açamazsınız. Telefonunuzu da biz teslim alacağız.” diyerek telefonu aldı. Yardımcımıza “Hande Hanım’a haber ver. Fatih Bey’i polisler götürdü, o da avukatıma haber versin.” dedim ve polislerin arasında evden çıktım. Üzerimde ev kıyafetlerim, ayağımda ev ayakkabılarım vardı.

“21 Haziran Cumartesi günü Emre ile gün boyu hafta sonu programlarının çekimlerindeydik. Öğle saatlerinde bir ara verip F1’in 2026’dan itibaren Türkiye’ye gelebilmesi için bazı görüşmeler yaptım. Ardından bazı çekimlere devam ettik.

Bu arada, Cuma günü yayınladığımız programda kullandığımız bazı ifadeleri kesip biçerek farklı anlamlara büründürmeye çalışan birtakım trollerin sosyal medya üzerinden başlattığı saldırıyı izliyorduk. Belli ki bir şeyler kaynatıyorlardı.

Akşam saat altı gibi eve döndüm. Pazar akşamı, iki aydan uzun süredir görmediğim kızım İstanbul’a gelecekti, heyecanlıydım. Mutfağa girip onun sevip özlediği yemekleri yapmaya başladım. Sarmaları ocağa koyduğum sırada kapı çaldı, saat galiba dokuza yaklaşıyordu.

“Hayırdır inşallah.” diye açtım, kimseyi beklemiyordum. Kapıda polis oldukları aşikâr dört kişi duruyordu. Gayet kibarca “Fatih Bey, iyi akşamlar. Hakkınızda gözaltı kararı var. Bizimle gelmeniz gerekiyor.” dediler.

Güldüm, “Ben sizi yarın sabah bekliyordum.” dedim. Öyle ya, Cumhurbaşkanlığı danışmanlığına oturtulmuş bir kişi gün içinde tehditler savurmuş, “suyumun ısındığını” söylemişti. Belli ki bir şeyler kaynatılıyordu.

“İçeri buyurun, hazırlanayım. Bir iki parça bir şey alayım.” dedim. “Biz giremeyiz, siz de buradan ayrılmayın, eşiniz hazırlasın.” dediler. Eşim annesinin yanındaydı, evde yoktu. “Hande, annesini görmeye Balıkesir’e gitmişti.” dedim. Polislere, eşimi arayıp haber vereyim dedim. Allah’tan o sırada henüz gitmemiş olan yardımcımızdan telefonumu istedim. Ekibin başındaki komiser, “Fatih Bey, telefon açamazsınız. Telefonunuzu da biz teslim alacağız.” diyerek telefonu aldı.

“Üzerimde ev kıyafetlerim, ayağımda ev ayakkabılarım vardı…”

Yardımcımıza “Hande Hanım’a haber ver. Fatih Bey’i polisler götürdü, o da avukatıma haber versin.” dedim ve polislerin arasında evden çıktım. Üzerimde ev kıyafetlerim, ayağımda ev ayakkabılarım vardı.

Önce Haseki Hastanesi’ne gittik. Polis arkadaşlar son derece kibardı. Orada bir kadın doktor beni muayene etti, kronik rahatsızlığım olup olmadığını ve kullandığım ilaçları sordu. Yanıtlarımı not aldı, çok zarif, çok iyiydi. “Geçmiş olsun.” deyip yolladı.

Çıkıp ekip otomobiline geri döndük. Sonra başkomiser geldi ve “Doktor Hanım sizi tekrar görmek istiyor.” dedi. Muayene odasına döndüm. Bahsettiğim rahatsızlıklardan birinin ilacını söylemediğimi fark etmiş, “Unuttum.” diye düşünmüştü. Onu da yazmak istemişti. “Dikkatinize teşekkür ederim. Onun için ilaç almıyorum, beslenmeme dikkat ediyorum.” dedim.

Tekrar ekip otosuna döndük ve Vatan Emniyet’e doğru yola çıktık. Üç araçlık konvoyumuzla Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne vardığımızda, fotoğraf çekilmesin diye büyük özen gösteren polis ekibi beni hemen Güvenlik Şube’ye çıkardı.

Çoğu genç, pırıl pırıl bir polis ekibinin arasında buldum kendimi. Hakkımdaki suçlamayı henüz bilmiyor, açıkçası merak da etmiyordum. Çünkü suç işlemediğimden emindim. Ama trollerin yazdıklarından neyle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordum.

Yarım saat kadar sonra avukatım Rezzan Aydıoğlu ve Ömer Teker gelince suçlamayı da öğrendim. Cumhurbaşkanını tehdit etmişim. “Türk halkı sandığı sever.” demiştim ya…

Zorunlu olmadığı halde ilk ifademi polise verdim. Sonrasında biraz polis sorunlarından, daha önce gözaltına aldıkları gazetecilerden, sosyal medya fenomenlerinden söz ettik. Tüm polisler pırlanta gibiydi, yanlarında kendimi kötü hissedeceğim hiçbir şey olmadı.

"Nezarethane buram buram uyuşturucu, doğrusu ot kokuyordu"

Saat 12 gibi beni nezarethaneye indirdiler. Sağ olsunlar, önceden konuşmuş, güvenliğim için bana tek kişilik bir nezarethane odası bulmuşlardı. Orada da gayet kibar bir muamele gördüm. Nezarethaneye gece geç saat gittiğim için olsa gerek, tuvaletler pisti. Ama içerideki kokunun kaynağı tuvaletler değil, hemen yakınındaki narkotik deposuydu. Nezarethane buram buram uyuşturucu, doğrusu ot kokuyordu.

Bağırıp çağıran, sövüp sayan nezarethane arkadaşlarım sayesinde uyumadan sabahı ettik. Ama saatle ilgili bir fikrim yoktu. Bir süre sonra gelen görevliye saati sordum. “6’yı 20 geçiyor.” dedi. 8-9 gibi sandviç ve su dağıttılar, yiyecek halim yoktu, almadım.

11’e kadar nezarethanedeki alçak yatağın üzerinde oturup bekledim. 11’de Güvenlik Şube’deki yeni arkadaşlarım gelip beni aldı. Yukarı çıktık, savcı beyi bekliyorduk. Önce hastaneye gidip yine rapor alacak, oradan Çağlayan’a gidecektik.

Bayrampaşa Devlet Hastanesi’nin ilgili biriminde tekrar sağlık muayenesinden geçtim. Muayeneyi yapan ekip, sorması gerekenler dışında bir şey söylemedi ama bakışları çok şey anlatıyordu.

Daha sonra Çağlayan Adliyesi’nin hiç görmediğim, bilmediğim bir yerinden girip yerin yedi kat altına indik. Böyle bir giriş olduğunu dahi bilmiyordum. Aşağıda bir saat kadar otomobilde bekledik. Savcı Bey hazır değildi.

Saat 2 gibi savcının huzuruna çıktık. İfademi verdim ama aslında gereksizdi. Kararı troller çoktan vermişti. Savcının tutuklama isteğini de kapısının önünde beklediğimiz savcıdan değil, sosyal medya trollerinden öğrendi avukatım Rezzan Aydıoğlu.

Oradan nöbetçi Sulh Ceza Hakimliği’ne indik. Kısa bir bekleyişten sonra mahkemeye çıktık. Bir daha ifade verdik. Hakime Hanım karar için ara verdi ama sosyal medya tutuklandığımı duyuran troll haberleriyle dolmuştu bile.

“Tutuklandım.” Gece yarısı apar topar İstanbul’a dönen eşim gelmişti ama ne adliye binasına ne de mahkeme salonuna sokulmuştu. Tutuklandığım haberini Rezzan’dan aldı.

"Tutuklanmam bir hukuk rezaletiydi"

Tutuklanmam bir hukuk rezaletiydi. Ama bu ilk değildi ve artık vakayı adiyedendi Türkiye için. İnfaz savcılığında işlemlerim sürerken, ben de beni getiren Güvenlik Şube polisleriyle aşağıda bekliyordum. Onların da üzüldüğünü görüyordum. İçlerinden biriyle sarıldık. Öyle işlendi ki gözlerim doldu. “Geçer Fatih abi, geçer.” dedi. Zor tuttum kendimi.

Sonra üç otomobil yola çıktık. Bayrampaşa civarında başkomiserin kullandığı Volkswagen’e makas atan bir genç çarptı. Araç pert olunca biz, iki araçla Silivri’ye doğru yola devam ettik. Silivri Devlet Hastanesi’nde bir muayene daha, sonra Silivri Cezaevi… Resmi adıyla Marmara Ceza İnfaz Kurumu Kampüsü.

Polis arkadaşlarla vedalaştık. “Hakkınızı helal edin.” dedim. Silivri’ye girdim. Meşhur Silivri… Eskiden yoğurduyla meşhur olan Silivri artık cezaeviyle meşhur ve belli ki her muhalif canlı bir gün burayı tadacak.

Giriş işlemlerim epey sürdü. Parmak izi, fotoğraf, kuralların anlatılması, arama derken epey vakit geçti. Sonra önüme koyulan evrakları imzalamaya başladım. Birinde saati de yazmam gerekiyordu. İnfaz koruma memuruna saati sordum. “19.15.” dedi.

Tam da kızımın uçağının iniş saatiydi. Her seferinde kendisini karşılamama alıştığı için gözleri beni arayacaktı ve ben orada değildim. Çok kötü hissettim.

"Güvenlik nedeniyle yalnız kalacağım”

Daha sonra, ne kadar kalacağımı bilmediğim hücreme götürüldüm. Hücre dediysem, adı öyle… Aslında iki katlı bir süit oda. Alt katta bir metal mutfak tezgâhı, bir metal mutfak dolabı, bir alaturka tuvalet ve yanında bir duş; üst katta da yan yana üç yatak. Ama ben güvenlik nedeniyle yalnız kalacağım.

Beni karşılayan cezaevi müdür yardımcısı, kısaca kuralları anlattı: “Ayda bir açık görüş, dört kapalı görüş, tutuklular için sınırsız avukatla görüşme hakkı, haftada 3.500’lük kantin alışveriş hakkı, para bulundurmak yok. Harcayacağınız para cezaevi veznesine yatırılıyor. Arçelik buzdolabı ve televizyon alma hakkınız var ve bu limite dahil değil.”

Müdür Bey’in anlattığı kadarıyla, o da yeni elden geçmiş, boyanmış. Bana yeni bir yatak ve yeni çarşaf ve nevresim verdiler. Ancak havalansın diye açık bırakılan pencereden giren kuşlar sadece odamın baktığı avluya değil, odaya da pislemişler ve otlar taşımışlar.

Yönetim bana biraz bulaşık deterjanı, bir de bulaşık süngeri verdi. Odamda yalnız kalır kalmaz temizliğe başladım. Önce demir yatağın tozunu ve kuş pisliklerini silip yatağa yerleştirdim. Çarşafı geçirdim, yastık kılıfını taktım. Sonra mutfağa geçtim, epey uğraştım. İçime sinecek gibi değilse de bayağı temizlendi.

"Kantinden ilk haftalık istihkakımı temizlik malzemeleri için kullanacağım"

Kantinden ilk haftalık istihkakımı temizlik malzemeleri için kullanacağım: kova, vileda, süpürge, temizlik bezi falan… Malzemeler gelince yerleri bir güzel silerim çünkü bayağı toz ve ot içinde.

Gece ilk avukat görüşünde sağım solum İBB Meclisi gibiydi. Sağımda Gazi Osmanpaşa Belediye Başkanı, solumda Şişli Belediye Başkanı avukatlarıyla görüşüyordu.

"Saat 12 gibi yattım ama sivrisinekler rahat bırakmadı"

Saat 12 gibi yattım ama sivrisinekler rahat bırakmadı. Epey bir katliam yaptım. Beş adet de örümceğim var ama onlara dokunmuyorum. Karşılıklı saygılı bir ilişki umuyorum.

Saat 6 gibi kuş sesleriyle kalktım. Sabah 8.30’daki sayımı beklerken bu satırları yazıyorum. Kantin listem hazır. İnfaz koruma personeli çok yardımsever ve gayet güler yüzlü.

Birazdan ilk cezaevi yemeğini yiyeceğim. Buradaki günlerimi elimden geldiğince sizlerle paylaşırım. Her şey insanlar için ve ilk kez böyle bir deneyim yaşıyorum. Bazılarının başı göğe ermiştir herhalde. FETÖ ile ortakken denemiş ama yapamamışlardı, şimdi oldu. Benim tek derdim ise sevdiğim insanları üzmüş olmam

Etiketler:
  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
    Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2015 Bursa Bakış | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : Haber İhbar Hattı: 0544.201 80 43 Faks : 0544.201 80 43